GEÇ BULDUM, ERKEN KAYBETTİM…

Muhsin Mete


Ömer Lütfi Mete akrabamdı. Diğer yörelerde öyle midir, bilmiyorum, akrabalık derecesini bilemediğiniz kişiler için, bizim orada, yani Rize’de, erkekler için “amcaoğlu” denir. Bir yakınınızı, birilerine “amcaoğlu” olarak tanıtmak, öyle olmasa da, aileden biri olarak görmeyi akla getirdiğinden güzel bir alışkanlık olsa gerek.Akrabalık aidiyetini güçlendiren bir söylem olduğuna çok kez şahit olmuşumdur.
Ömer Lütfi “amcaoğlum”du.
Yazının başlığındaki “Geç buldum” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, çocukluk ve gençlik yıllarımızda, ne yazık ki birbirimizi tanımadık. Bunda, sanırım ortam ve meşrep farklılığımız etkili olmuştur.
Ben, Ömer Lütfi’den bir yıl önce Zonguldak’ta doğdum. Rahmetli babam, benim doğduğum yıllarda, pek çok Rizeli gibi, gurbetteydi. Zonguldak’ta kömür işletmelerinde kâtip olarak çalışıyordu. O yıllarda, tahsilli memura ne kadar ihtiyaç varmış ki askerde acemi eğitimini İstanbul’da Selimiye Kışlası’nda yapmış, kalan süreyi Zonguldak’ta işyerinde tamamlamış. Şimdi İstanbul seyahatlerimde Selimiye Kışlası’nı uzaktan görür, babamı hatırlarım.
Memleketim, Rize’nin İyidere ilçesine üç yaşımdayken geldim. O zaman nahiye olan İyidere’ye üç kilometre uzaklıktaki köyümüzde yaşamaya başladık. Ömer Lütfi ve ailesi nahiyede bulunuyor, babası nüfus memuru olarak görev yapıyordu. Benim babam gurbette kalmıştı! 1960’lı yıllarda Ankara’da buluşuncaya kadar, anam, ben ve iki kardeşim için köy yerinde saçını süpürge etmişti.
İlkokulu köyde okumuş, ortaokula, benim okulu bitirdiğim yıl açılan İyidere Ortaokulu’nda başlamıştım; fakat ikinci sınıfı tamamlayamadan Ankara’ya göçtük. Ortaokulu İyidere’de okusaydım Ömer Lütfi ile beraber olacak, belki de hayat çizgimizi aynı rotada sürdürecektik. Onunla tanışamadan İyidere’den uzaklaşmıştım.

                                                                                                                          
Ömer Lütfi, ilk, orta ve lise tahsilini Rize’de, yüksek tahsilini İstanbul’da tamamlamış. İyidere’deki öğrenim yıllarında, Süleymancılar’ın Kur’an kurslarına da devam etmiş; o yıllardan başlayarak İslâm inancı ve şuuru, yaşantısının mihveri olmuştu. Sonraki yıllarda intisab ettiği tarikatın İstanbul halifesi olarak da ders verme icazetini almıştı.
Liseyi Rize’de okumuş, burada da ülkücü kimliği ile temayüz etmiş, bilâhare Rize’de Ülkü Ocakları başkanlığı yapmıştı. O yılların moda tabiriyle, şahsında “Türk-İslam Sentezi”ni gerçekleştirmişti. Din ve siyaseti bihakkın içselleştirmiş nâdir kişilerdendi.
Üniversite eğitimini tamamlayınca, kısa bir süre mezun olduğu Rize Lisesi’nde ve MeslekYüksek Okulu’nda öğretmenlik yaptıktan sonra tercihini yapmıştı. Gazeteci olacaktı. Kalemine güveniyordu. Millî ve mânevî değerlerimiz, basın yoluyla ayaklar altına alınıyordu ve bu gidişe seyirci kalınamazdı.
Benim tercihim de televizyonculuk olmuştu. Üniversiteye başladığım yıl, ülkemizde televizyon yayıncılığı başladı. Üniversite Puanım SBF’yi tuttuğu halde, bu fakülteye bağlı Basın ve YayınYüksek Okulu’nu tercih etmiş; radyo ve televizyon eğitimi görmüştüm.
1972 yılında mezun olunca, üç yıl Sümerbank’ta çalışmış; sonra idealim olanTRT’ye geçmiştim. Artık, aynı çemberin içindeydik, yollarımızın kesişmesi mukadderdi.
Ömer Lütfi, meslek olarak gazeteciliği seçince İstanbul’a yerleşti ve burada bir hayli gazete ve dergide yazar, yönetici olarak mücadele verdi. “Ülkü”süne bağlılık devam ediyordu, hep edecekti. Bu tavizsiz duruş, zamana ve zemine uymuyordu.
1978 yılında Ankara’da Yazarlar Birliği kuruldu. İlk başkanı, kuruculardan D. Mehmet Doğan oldu. Mehmet’le aynı liseden mezun olmuş, fakülteyi birlikte okumuştuk. Mehmet, bir süre Türk Tarih Kurumu’nda çalıştıktan sonra, İstanbul’a gitmiş; Hareket Yayınları’nda görev almıştı. 1976 yılında Prof. Dr. Şaban Karataş’ın TRT Genel Müdürlüğü, ikimize de bu kurumun kapısını açmıştı. Ben, program yapımcısı, Mehmet, uzman olarak görev yapıyorduk. Birlikte belgeseller hazırladık. Mehmet,Yazarlar Birliği başkanı olunca, ben deYazarlar Birliği’ne gelir gider oldum. Sanırım1980 yılında üyeliğim gerçekleşti. Daha sonraYönetim Kurulları’nda görev aldım.
Ömer Lütfi ile tanışmamıza Yazarlar Birliği üyeliklerimiz vesile oldu. O yalnız gazeteci değil, nitelikli bir edebiyatçı da olmuştu. Bu kimliği ile dergilerde boy gösteriyor, edebiyatın farklı türlerinde kitapları yayımlanıyordu. Bu yönüyle Yazarlar Birliği’ne üye olmuştu.



Tavizsiz kişiliği gazeteden gazeteye savrulmasına yol açmıştı. 1988 yılında, Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy’un sağladığı imkânlarla çıkarılan Belde adlı mahalli bir gazetenin yayın yönetmenliğini yapmak üzere Ankara’ya geldi ve birkaç yıl aynı şehirde yaşadık. Ben de bu gazetede, müstear isimle televizyon yazıları yazıyordum.
İlk görüşmemiz Ankara’da mı, yoksa İstanbul’da mı gerçekleşti, hafızam zayıf olduğundan tam olarak hatırlayamıyorum; fakat yakın ilişkimiz Ankara’da başladı ve devam etti. Sıhhiye’de, Sağlık Sokak’taki evlerine yaptığımız ziyaretle, ailevi ilişkimiz de başlamış oldu. Ömer Lütfi ile dostluğumuz yaklaşık yirmi yıl sürdü. Onu geç bulmuştum; erken kaybettim. Bu dostluğun yoğunlaştığı dönemler olduğu gibi, uzunca bir süre görüşemediğimiz de oldu. Bende bıraktığı intibaı aktararak yazıyı bitireyim.
Ömer Lütfi Mete’nin yaptıkları, her şeyden önce bir başarı öyküsüdür. İnançlı, kararlı, azimli bir kişinin aşamayacağı engel yoktur, tezini doğrulamıştır. Rize’den kalkıp gelmiş, hiçbir maddî desteğe, kendisine arka çıkacak çevreye sahip olmadan, iman ve ameline ters bir sektöre kendini kabul ettirmiştir. Üstelik, dokuz köyden kovulsa da, kendi doğrularından taviz vermemiştir!
İletişimin bütün imkânlarını sonuna kadar kullanan nadir kişilerdendi. İşe matbaa çıraklığı ile başladı, gazetecilik başta olmak üzere bütün mecralarda at koşturdu. Üstün İnanç ağabeyden öğrendim, buna reklamcılık da dâhil.
Yaptığı her işte başarılı oldu. Soyunduğu her işi, bir ruh meselesi olarak görüyor; varıyla yoğuyla kendini veriyordu. Yazılarıyla, edebî çalışmalarıyla, senaryolarıyla, radyo ve televizyon konuşmalarıyla, konferanslarıyla ve de tarikat dersleriyle hep Hakk’ın, hakikatin yanında yer aldı.
Maişetini kalemiyle kazandı. Bir kere, bir dostuyla çay dağıtım işi yapacak oldu, büyük zarar ederek evdeki bulgurdan da oldu. İşsiz kalmayı göze alarak tasvip etmediği hiçbir duruma boyun eğmedi. Bu yüzden bir işte uzun süre kalamadı. Gemileri yakmak, en iyi bildiği işlerdendi. Hesap kitap işine aklı ermezdi.
İnsanlarla ilişkilerinde daha çok veren taraftı. Çocukları başta olmak üzere, ilişkide bulunduğu herkese kol kanat germiş; naif bir tutumla kimilerinin yanlışlarını görmemiştir. Belki de görmek istememiş, buna bağlı olarak istismar edilmiştir. Ağabey, reis vasfı ile pek çok kişiye “yol atası” olmuştur. Yüz yüze ilişkide son derece etkili olmuş, kimi zaman esprileriyle, kimi zaman da hiddetlenmesiyle karakteristik bir kişilik olarak kabullenilmiştir.
Son derece zeki, algıları dünyaya açık, dünya ahvalini fevkalâde kavrayabilen, yorumlayabilen Ömer Lütfi, diğer taraftan, yakın dostu Nazif Okumuş’un ifadesiyle, başkalarını rahatsız etmemek için sigarasını tuvalette içen; boş kaldığında, yolda, izde, cebinde sürekli bulundurduğu Kur’an’ını çıkarıp Yüce Yaradan’la baş başa olmayı ihmal etmeyen, bu hâliyle de dünyanın kıylükâline kapalı, gıllıgışı olmayan bir öte dünya insanıydı.
Yüce Allah’ın şefkat ve mağfireti üzerine, üzerimize olsun.

Altı Yıl Sonra

Ömer Lütfi Mete 18 Kasım 2009’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, Kardeş Kalemler dergisinin Aralık 2009 sayısında kendisiyle ilgili bir Dosya’ya yer verilmişti. Buraya kadar okuduğunuz yazı henüz kaybedilmiş bir dostun sızısı ile yazılmış, bu dergide yayımlanmıştı. Hâliyle tahassüs dozu ağır basmaktaydı. 
Ömer Lütfi, o tarihten bugüne tabir caizse gündemden düşmedi. Gölgesi uzun olan son devrin unutulmazlarından oldu. Bu yazı için internet taraması yaparken bir husus dikkatimi çekti. “ömer l” yazıp tıkladığınızda karşınıza dört isim çıkıyor: Ömer Lütfi Mete, Ömer Laçiner, Ömer Lütfi Barkan ve Ömer Lütfü Topal. Ömer Lütfi Mete dışındaki üç isim kendi alanlarında nüfuz sahibi, “deve dişi” gibi kişiler olmalarına rağmen, ilk sırada Ömer Lütfi’nin isminin yer alması bize şunu söylüyor: Ömer Lütfi diğer isimlerden daha çok merak ediliyor ve daha fazla “tık”lanıyor. Lutf-i ilâhiye mazhar olmuş, böylelikle bu dünyaya silinmez bir damga vurmuş, hayırla yadedilen kullar zümresine katılmış diyebiliriz.
İnsanlar geride bıraktıklarıyla bu dünyada yaşamaya öldükten sonra da devam ederler. Malûm, ameller, eserler ve hayırlı evlatlar bunda müessir olurlar. Ömer Lütfi bu konuda talihli kullardandı ve Allahü âlem öte dünyasını da imar edenlerden oldu.
Geride dört evlat bıraktı: Ali Buhara, Zeynep Mücteba, Fatma Berra ve Hatice Hicaz. Çocuklarına seçtiği isimler bile nevi şahsına münhasır. İlkinde Buhara, sonuncusunda Hicaz adı, âdeta Türk-İslam sentezi. Ali Buhara babasının izini sürüyor; eli kalem tutuyor, uğraşları arasında müziğin önemli bir yeri var ve de Ömer Lütfi’nin sinemadaki misyonunu oyuncu olarak, onun bıraktığı yerden devam ettiriyor. Ayrıca, babasının ‘duruş’unu da sahiplenmiş görünüyor. Eşi Leyla Hanım ve evlatları her yıl ölüm yıldönümünde rahmetliyi, dostlarının da katılımıyla mezarı başında anmayı ihmal etmiyorlar. Ömer Lütfi ile ilgili toplantılara katılıyorlar.
Vefatından sonra kendisiyle ilgili en fazla anma toplantısı düzenlenen isimlerden oldu. Hemen her yıl bir yenisi yapılıyor. Bunlardan birine konuşmacı olarak ben de katılmıştım. Özellikle öğrenciler arasındaki şiir yarışmalarında şiirleri okunuyor. Bilhassa Gülce. Benim takip edebildiğim kadarıyla, hakkında iki belgesel hazırlandı ve TRT’de yayımlandı.
Yaşarken ve vefatından sonra Ömer Lütfi Mete imajını zihin ve gönüllere nakşeden yazıları ve kitapları oldu büyük ölçüde. On kadar gazetede yazarlık ve yöneticilik yaptı. Bilhassa Sabah gazetesindeki yazılarıyla daha çok tanınır, bilinir ve televizyon tartışma programlarına davet edilir oldu. Üç derginin de yazı hayatında yeri önemliydi. Türk Edebiyatı, Boğaziçi ve Çağrışım dergilerinde hem edebî çalışmalarına yer verdi hem de yöneticilik yaptı. Sonuncusu bağlı bulunduğu tarikatın yayın organı olarak hayatının bir başka boyutunu da temsil ediyordu.



Yazarlığı, kaliteyi de düşürmeden, seri üretim hâline getiren ender kişilerdendi ve bunun da en belirgin göstergesi, uzun sayılmayacak bir ömre sığdırılan kitaplarının ve senaryolarının çokluğu oldu denilebilir. Günlük yazılarını, daima yanında bulundurduğu dizüstü bilgisayarıyla, orada burada çok kısa sürede yazar ve gönderirdi. Meselâ, bir lokantada sipariş verilen yemeği beklerken, hem sizinle konuşur hem de günlük yazısını 10-15 dakika içinde  yazardı. Bütün yazılarında aldığı çift yönlü eğitimin, mücadele içinde geçen bir hayatın, farklı zenginliklerle dolu yaşantısının, bilgiye ulaşma yollarını iyi bilmenin ve de parlak zekâsının, üst düzeyde yazma yeteneğinin, dile hâkimiyetinin izlerini görmek mümkündür. Belki de bir ara maişet kaygısıyla yaptığı reklamcılığın da etkisiyle bir ürünün nasıl pazarlanacağını da bildiği söylenebilir. Bunu kitap ve senaryolarına koyduğu isimler ele vermektedir. Allahsız Müslümanlık, Milliyetsiz Milliyetçilik, Hacı Yağı ile Parfüm Arasında, The İmam gibi.
Edebî çalışmaları şiir, deneme ve roman türlerinde oldu. Kimi kitaplarını kara mizah olarak etiketledi. Son yıllarında gazeteciliğin getirdiği ilgi ve yöneliş ile aktüel konular üzerinde, özellikle de ülkemizi kuşatan psikolojik, sosyolojik, stratejik ve politik savaşın tezahürleri ve sonuçları üzerine odaklandı. Bu minval üzere yazdıkları ve röportajları bir dizi kitapla okurla buluştu. Bunların bir kısmı, üzerindeki soru işareti hep olagelen Mahir Kaynak’la ortak çalışmalar oldu. Bu birlikteliğe akıl sır erdirmek kolay olmasa gerek.
Ömer Lütfi Mete kitle iletişim araçlarının hepsinde başarıyla at oynatmış nadir kişilerden oldu. Gazete, dergi, kitap, sinema, radyo, televizyon, reklam, internet ve video (Uğur Işılak’ın Dönen Alçak Olsun klipine imza atanlardandı). Bu araçlardan özellikle sinema ve televizyon çalışmaları onu geniş kitlelere tanıtmış, çok arzu etmese de popüler kılmıştı. Bu alana sinema filmi senaryoları yazarak girmiş, bu senaryoların yönetmenliğini, “mezara kadar” onunla sıkı bir dostluk sürdüren az sayıda kişiden biri olan İsmail Güneş yapmıştı. Güneş, film rejisini  Yeşilçam’ın mutfağında pişerek genç yaşta kavramış, edebî yönü de olan bir sanatçı olarak Ömer Lütfi’nin sinema birikimine katkı vermiştir. 



Televizyon çalışmalarında da İsmail Güneş olmakla beraber, asıl önemli figür Osman Sınav olmuştur. Televizyon yapımcılığı ve yönetmenliğinin en önemli isimlerinden olan Sınav’la beraberliği  sadece ona senaryo verme şeklinde olmamış, ondan televizyon filmi ve dizi yapımının püf noktalarını almıştır zannederim. Ömer Lütfi’nin senaryosunu yazdığı veya çatısını kurduğu, çerçevesini tayin ettiği dizilerden bir kısmı, ülkemizdeki dizilerden söz açıldığında hep hatırlanacaktır: Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, Eşref Saati ve Ekmek Teknesi gibi. 
Dizi çalışmaları bahsinde zikredilmesi gereken bir başka husus, bu çalışmaların şeyhinin çocuklarının film şirketi olan Pana Film’ce gerçekleştirilmiş olmalarıdır. Ömer Lütfi bu yapım şirketinin sadece senaristi değil, sözü dinlenir bir ağabeyi olmuştur. Doğrusu buna karşılık Şaşmaz Kardeşler yaşarken de, vefatından sonra da Ömer Lütfi ve ailesi için üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirerek kadirbilirliğin ne menem şey olduğunu dosta düşmana göstermişlerdir.
Ömer Lütfi’nin sinema ve televizyon çalışmaları neye tekabül etmektedir, ki onu farklı kılmıştır diye sorabiliriz. Rahmetli, sinema ve televizyon gerçekliğimize yeni bir aşı yapma başarısını göstermiştir diye düşünüyorum. Bu aşı klişe tabirle, “önce ahlâk ve maneviyat” diye tanımlayabileceğimiz bir aşı olmuştur. Bu farklı bakışta bihakkın yaşadığı tasavvuf ve hikemî söyleyişin yeri çok belirgindir. İlk parlak çıkışı olan Deli Yürek’in Yusuf Miroğlu karakteri ile Kurtlar Vadisi’nin Polat Alemdar karakteri bu bakış açısının ete kemiğe bürünmüş ekran yüzleri oldular. Ayrıca, kendisini temsil ettiği düşünülen Kuşçu tiplemesi hikmet geleneğimizin televizyondaki izdüşümü olarak hep hatırlanacaktır. Bu tiplemeden Kuşçu Hikâyeleri-Âşıklar Ölmez kitabı doğmuştur. 
Televizyon dizilerine katkısı sadece senaryo yazmak şeklinde olmamış, yazdıklarını oynayacak kişilere, yazdıklarına uygun bir ruh kazandırma önem verdiği bir çaba olmuştur. Kenan İmirzalıoğlu ve Necati Şaşmaz’a istikamet kazandırma uğraşına şahidimdir. Ömer Lütfi’nin bu yönü başattır ve çevresinde hep ‘reis’ olarak öne çıkmıştır. Yol Atası olarak bir ahî geleneğinin sürdürücüsü olmuştur.
Rahmetlinin bahsedilmesi gereken bir yönü de öğrencilik yıllarından ölümüne dek süren siyasî kişiliğidir. Ülkü Ocakları ile başlayıp MHP, ANAP ve BBP ile devam eden bu siyasî çizgide ANAP ve MHP’den milletvekili adayı olmuş, talih ona gülmüş, seçilememiştir. Bu siyasî yönünden daha önemlisi ehl-i tarîk olmasıydı ve mensup olduğu Kadirî tarikatında halifelik mertebesine lâyık görülmesiydi.
Ömer Lütfi yalnız radyo ve televizyon konuşmaları ile değil konferansları ile de kitleler üzerinde etkili olmuş bir hatipti. Sürekli konferans daveti alır, bu taleplere iki ayağını bir pabuca soksa da hayır demezdi. Bu konferanslarda, tıpkı radyo ve televizyon konuşmalarında olduğu gibi, sözünü esirgemez, büyük bir medeni cesaretle dinleyenleri rahatsız edecek, tabuları kıracak görüşler serdetmekten geri kalmazdı. Bu yüzden internette, Uludağ Sözlük’te rastladığım bir notta olduğu gibi, “gıcık tipli, fakat bilgili insan” nitelemesinin muhatabı olurdu.
Bir ‘çağdaş alperen’ olarak gördüğüm aziz kardeşimle ilgili yazdıklarımı özetler mahiyette olup, vefatından sonra Ahmet Hakan’ın kaleme aldığı yazıdaki şu sözlerle veciz bir Ömer Lütfi portresi çizilmekteydi: “Şefkat abidesiydi. Acayip cömertti. Hoş sohbetti. Anlayışlıydı. Yargılamazdı. Yadırgamazdı…”

Bir hususu daha belirterek yazımı bağlayayım. Bu yıl (2015) memlekete gittiğimde Karadeniz otoyolunun Of-İyidere arasında bir üst geçitte “Gazeteci-Yazar Ömer Lütfi Mete Üst Geçiti” ibaresiyle karşılaştım ve ziyadesiyle memnun oldum. Ömrün boşa gitmediğini belgeleyen bu tür hatırlamalar, kadirbilirlikler bir başka lutf-i ilâhi.

Rize Defteri’ne omuz verenlerden Ömer Erdoğan da bu üst geçiti görünce hem fotoğrafını çekti hem de benden bir ‘vefeyat’ yazısı istedi. Velhasıl, memnuniyetle yerine getirdiğim işlerden biri oldu.
Kendisine teşekkür ederim.